
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun (BDSP) İzmir’de dün gerçekleştirdiği "Kapitalizmin krizine karşı işçi sınıfının mücadelesi nasıl olmalı?” başlıklı sempozyum başarıyla gerçekleşti. Yaygın ve etkin bir ön çalışmaya konu edilen sempozyumun amacı krize karşı etkili bir sosyal-siyasal muhalefet örgütleme ihtiyacının tartışılacağı bir platform oluşturmaktı. Etkinlik, hem amacı ve ön hazırlığı, hem konuşmacıların niteliği ve içeriği, hem de teknik hazırlığı ve katılımı bakımından başarılı geçti.
Sempozyum programı saat 12:30’da açılış konuşmasıyla başladı. “Kapitalizm ve kriz” başlıklı birinci oturumda ilk sunumu Hacay Yılmaz yaptı.
Hacay Yılmaz: “Krize karşı sosyalist bir dünya mümkün!”
Yılmaz, Davos’ta burjuva medyanın Erdoğan’ın şovunu öne çıkardığını ancak satır aralarında büyük şirket temsilcilerinin panik halinde olduklarını yazdıklarını ifade etti. Sermaye kesiminin panik halinde Marks’ı okuduklarını dile getiren Yılmaz, “Onlar bile Marks’ı okuyorken, işçi sınıfı Marks’a daha fazla yönelmeli” dedi. Krizin kapitalizmin krizi olduğuna değinen Yılmaz, sonuç olarak krize karşı başka bir dünyanın mümkün olduğunu, bunun da sosyalizm anlamına geldiğini dile getirdi ve bu alternatif sınıfa gösterilmeli dedi. Bunun için de devrimci müdahale gerektiğini söyledi. TİSK’in krize karşı kendi açısından 4 maddelik çözüm önerisi olduğunu ifade eden Yılmaz, patronların üretimi koruyan kanunların çıkarılmasını, TİS’lere müdahale edilmesini, kıdem tazminatına kadar işçi haklarının budanmasını, esnek üretimin tek üretim biçimi olmasını istediklerini dile getirdi. Sermaye kesiminin bu taleplerle aslında sıkı yönetim istediklerini dile getiren Yılmaz, TİSK’in bu dayatmaları varken 4 konfederasyonun da bu saldırının bir parçası olduklarını, Ankara’da patronlarla toplandıklarını ifade etti. Konfederasyonların TİSK’in önerileri konusunda uzlaşmaya vardıklarını dile getirdi.
Volkan Yaraşır: “Kriz devrimci durumların imkanlarını yaratır!”
Bu bölümde Volkan Yaraşır da bir sunum yaptı. Krizin spekülatif değil yapısal bir kriz olduğunun altını çizerek konuşmasına başlayan Yaraşır, “kriz 2008’de değil 1974’te başladı” dedi. ‘89’daki çöküşten sonra pazara ucuz işgücü aktığı için krizin durgunluk döneminin uzun sürdüğünü ifade eden Yaraşır, bunun 2008’de buhrana dönüştüğünü ifade etti. ‘74’ten beri kapitalistlerin krizi geciktirmek için bermuda şeytan üçgeni politikasıyla sınıfa saldırdığını dile getiren Yaraşır,bermuda şeytan üçgenini şu şekilde tanımladı: ekonomik zor, ideolojik zor ve çıplak zor. ‘29 krizinde ortaya çıkan işsizler ordusunun aynı zamanda işçinin işçiye düşman edilmesine yol açtığını, şovenist kışkırtmalara açık ve faşizme yedeklenmeye müsait olduğunu ifade etti. Benzer bir tehlikenin bugün için de geçerli olduğunu ifade etti.
Krizin ortaya çıkardığı imkanlarla birlikte devrimci durum yaratılması açısından çok önemli bir tarihsel süreçten geçildiğini ifade eden Yaraşır, diğer toplumsal kuvvetleri mayalayacak gücün işçi sınıfı olduğunu söyledi. Bunu anlamayanların hiçbir şeyi başaramayacağını, bu muazzam imkanların kaçırılmasının tarihsel bir hata olacağını dile getirdi. Böylesine önemli bir görev orta yerde duruyorken solun yerel seçimleri sandık merkezli aldıklarını ve bunun isabetli bir tutum olmadığını dile getirdi.
Krizin devrime, aynı zamanda da karşı devrime gebe olduğunu ifade eden Yaraşır, krizi devrime götürmek için sadece çalışan işçileri değil, işsizleri de örgütlemeye çalışmak gerektiğinden bahsetti. İşsizlerin çok daha kolay ötekileştirilebileceğinin altını çizdi ve 1933’te Almanya’da olduğu gibi faşizmin kitle tabanı haline gelme riskine değindi.
Bugün Brisa, Sinter, Gürsaş, Tezcan’da yapılan işgallerin işçi sınıfına izlenecek yolu gösterdiğini dile getiren Yaraşır, “Marks Lyon ayaklanmasına sınıfın savaş çığlığı diyordu. Bu işgallerde sınıfın savaş çığlığıdır” dedi.
Soru-cevap bölümünün ardından ikinci bölüme geçildi.
Organizelere ve sektörlere krizin ağır yansımaları…
İkinci bölümde krizin organizelere ve değişik sektörlere yansımalarını ele alan tebliğler sunuldu.
İlk tebliği sunan Çiğli İşçi Platformu (ÇİP), krizin Atatürk Organize Sanayi’ye somut yansımalarını anlattı. Tek tek organizedeki fabrikaları dolaştıklarını ifade eden ÇİP çalışanı bu çabanın sonucunda 8 fabrikanın üretime ara verdiğini, hemen hemen tüm fabrikalarda şu veya bu düzeyde ücretsiz izin uygulamasının yaşandığını, 33 fabrikadan 1000’in üzerinde işçinin işten çıkarıldığını, 7 fabrikanın ise kapandığını tespit ettiklerini söyledi.
Krizin Çiğli Organize’ye yansımalarının Türkiye işçi sınıfına yansımalarından çok farklı olmadığını ifade eden ÇİP çalışanı organize işçisinin en çok karşılaştığı saldırıların ücretli ve izinler, yaygın işten atmalar olduğunu dile getirdi.
İşçi sınıfının tarihinin en büyük saldırılarını yaşadığını ifade eden ÇİP çalışanı, işçi sınıfının son derece dağınık, örgütsüz ve bir sınıf olarak kendine güvenini yitirmiş olduğunu dile getirdi. Organizede sendikalı fabrikaların olumsuz tablosunun örgütsüz kesimlere umutsuzluk aşıladığını, bu nedenle işçilerin sendikal örgütlülükten uzak durduklarını ifade etti. İzmir işçi sınıfının ve sendikal hareketin kriz karşısında sınıfta kaldığına değinen ÇİP çalışanı, Çiğli Ogranize’de BMİS’in örgütlü olduğu ZF Lemforder ve Totomak işçileri ile Türk Metal’in örgütlü olduğu CMS’deki tablonun sendikaların durumuna en somut örnek olduğunu ifade etti.
ÇİP çalışanı platformun faaliyetlerini anlattıktan sonra çözüm için ilk olarak taban örgütlenmelerinin önemine vurgu yaptı. Daha sonra Çiğli’deki tüm devrimci ilerici kurumların, siyasal öznelerin, derneklerin, emek güçlerinin kriz karşısında Çiğli’deki tüm işçi ve emekçilerin tepkisini açığa çıkaracak bir mücadele kanalı açmak amacıyla bir araya gelmesini önerdi. İkinci olarak sınıfın ve emekçilerin dolaysız örgütlenmesinin açığa çıkarılabilmesi için yapılması gerekenleri dile getirdi. Son olarak sendikaların Ogranize’ye ilgisiz olduklarını dile getirdi ve sendikaların yüzünün Çiğli Organize’ye çevrilmesi gerektiğinin altını çizdi. Sendikaların Organize’de temsilcilik açması gerektiğini dile getirdi.
İkinci olarak Tekstil İşçileri Bülteni (TİB) çalışanı bir sunum yaptı. Krizin küçük tekstil işletmelerine yansımaları ve örgütlenmenin sorunları başlıklı tebliğde krizle birlikte işten atmaların yaygınlaştığı ifade edildi. Tekstilde 160 bin işçinin işsiz kalacağının öngörüldüğü söylendi. Patronların krizin faturasını tekstil işçilerine ödetmek için ücretleri daha da düşürdüğü, ücretli-ücretsiz izin uygulaması başlattığı, kırıntı düzeyindeki sosyal hakları da gaspettiği dile getirildi.
Tekstil sektöründe 3 temel alan olarak sayabilecek olan MTK, Gıda Çarşısı, BEGOS'dan yansıyan bilgileri aktaran TİB çalışanı, BEGOS'ta halihazırda 3500 işçi çalıştığını, Orta ve küçük ölçekli 40 atölyenin bulunduğunu Casa Tekstil, Deniz Tekstil, Yalaz Tekstil, Era Tekstil, Cicikom Tekstil'de işten atmaların ve ücretsiz izin saldırısının uygulandığını ifade etti. Gıda Çarşısı'nda ise irili ufaklı bir çok atölye bulunduğunu, buradaki atölyelerin krizin ilk gününden itibaren ücretsiz izin uygulaması başlattığını, daha sonra ise bu atölyelerin işçilerin hiçbir hakkını vermeden kapılarına kilit vurarak kaçtığını dile getirdi. MTK Tekstilciler Çarşısı'nda ise tablonun diğerlerinden çok farklı olmadığını söyledi.
TİB çalışanı kendi faaliyetlerinden bahsettikten sonra şunları söyledi, “Örgütlenme biçimlerinden biri olan sendikal örgütlenmenin olanakları bu 3 temel alanda hemen hemen yok gibidir. Çünkü bu 3 alanda da tekstil işletmeleri ağırlıklı olarak küçük atölyelerden oluşmaktadır. Bu da bilinen anlamda sendikal örgütlenme yapmanın imkanlarını neredeyse ortadan kaldırmaktadır. 20'şer 30'ar kişilik gruplar halinde çalışan işçilerin çalıştığı bu 3 sanayi sitesinin her birini kendi içinde tek bir fabrika gibi ele alarak örgütlenmesi mümkündür. Bu sağlanabildiği koşullarda tekstil sektöründe yaşanan azgın sömürüyü sınırlamak, giderek ortadan kaldırmak, işçilerin sınıf bilincini geliştirmek mümkün olacaktır. Zira sanayi siteleri tek bir fabrika mantığıyla örgütlenebilirse hem tek tek işletme patronları, hem de sanayi sitesi yönetimleri daha iyi çalışma koşulları için fiili olarak toplu sözleşme yapmaya zorlanabilir. Tekstil İşçileri Bülteni olarak hedeflerimiz arasında 3 temel sanayi sitesinde fiili olarak örgütlenmeler yaratmak, tekstil patronlarını ve site yönetimlerini fiili olarak toplu sözleşmeye zorlamak bulunmaktadır.”
Tekstil işçilerinin birliğine vurgu yapan TİB çalışanı sözkonusu 3 temel sanayi sitesinde yoğun bir işçi sirkilasyonu yaşanmasını örgütlenmeyi zorlaştırıcı bir etken olarak tanımladı. “Örgütlenmeyi zorlaştırıcı bu olgu bölgede tekstil işçilerinin birliğinin sağlanmasıyla ortadan kalkabilir. Bölgede tekstil işçilerinin mücadelesini ortaklaştırabilmek, sınıf ve dayanışma bilincini geliştirebilmek için tekstil işçilerinin birliğinin sağlanması gerekmektedir. Bu ihtiyaçtan hareketle kendi içerisinde tek bir fabrika gibi ele alınan bu sanayi siteleri arasında ortak bir mücadele ve örgütlenme zemini yaratılmalıdır” dedi.
Daha sonra Demir-Çelik İşçileri Bülteni (DÇİB) çalışanı bir sunum yaptı. Sektörde ağır çalışma koşullarına değinen DÇİB çalışanı Türk Metal’de örgütlü olan demir çelik işçilerinin aslında örgütsüz olduğunu, demir çelik işçilerinin birliğini sağlamanın önemli olduğunu ifade etti. Türk Metal çetesinin fabrikalardan sökülüp atılması gerektiğini dile getirdi.
Deri İşçileri Derneği ise yaptığı sunumda sektördeki sorunlara değindi. Bunun için sektörde yürüttükleri çalışmalardan bahsetti. Yerel seçimlerde ortak adayların desteklenmesi gerektiğini vurguladı.
Krize karşı ne yapmalı?
"Krize karşı mücadele yöntemleri ve araçları nasıl olmalı?” başlığını taşıyan 3. bölümde ilk sözü BDSP temsilcisi aldı.
BDSP temsilcisi krizin etkilerine değindi, krizin açık bir olgu olduğunu dile getirdi. Bunun sadece kuru ekonomik verilerle değil sınıflar mücadelesinin ilk sıcak karşılaşmalarıyla da ortaya çıktığını ifade etti. Mevcut krizin kapsamı ile şiddeti yönünden ancak 1929 krizi ile kıyaslanabildiğini söyleyen BDSP temsilcisi krizin dünyadaki ve ülkedeki siyasal etki ve sonuçlarına değindi.
Diğer toplumsal mücadele dinamiklerini birleştirici bir sosyal mücadele ekseni yaratılmasında işçi sınıfının önemine değinen BDSP temsilcisi bunun için yerine getirilmesi gereken devrimci sorumluluğa işaret etti. Bugünkü kriz koşullarının tüm öteki mücadele dinamikleri için de birleştirici olabilecek bir sosyal mücadele ekseni geliştirme potansiyeli olduğunu ifade etti. Tüm sorunun bunu gerçekliğe dönüştürmekte yattığına işaret etti. Bunun ise bir bütün olarak ilerici-devrimci hareketin sergileyeceği ortak sorumluluğa, ortaya koyabileceği birleşik güç, yetenek ve inisiyatife bağlı olduğunu dile getirdi. Böylesi bir süreçte yerel seçimleri gündemine alan sol siyasal güçlerin yüzünü sandığa döndüğünü ifade etti.
Kapitalistlerin krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek için uyguladığı saldırılara bakıldığında taleplerin hemen hemen aynı olduğunu ifade eden BDSP temsilcisi esas sorunun mücadeleyi devrimci bakış açısına bağlı bir çizgide ortaklaşamamakta olduğunu dile getirdi. Her bir öznenin kendi açısından bir mücadele programı ile ortaya çıkmasına, taleplerin üç aşağı beş yukarı aynı olmasına ve sınıf cephesinden ilk tepkiler açığa çıkmasına rağmen halen birleşik bir mücadele cephesi yaratılamamasının gerisinde bu sorunun yattığını söyledi.
Sınıf hareketinin parçalı ve dağınık tablosuna değinen BDSP temsilcisi krize karşı birleşik bir sınıf hareketi yaratmanın önünde sendikal hareketin ve sol siyasal güçlerin tablosunun engel olduğunu dile getirdi. İzmir’deki durumu anlattıktan sonra krize karşı etkili bir sosyal, siyasal muhalefet örgütlemenin iki zemini olduğunu söyledi. Bunlardan ilkini ilerici-devrimci siyasal güçler ile başta sendikalar olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin eşit haklar temelinde bir araya gelebileceği birleşik örgütsel platformlar olarak tanımladı. İkincisini ise taban örgütlenmeleri şeklinde dile getirdi. Sol siyasal güçlerin devrimci yönlendiriciliği altında bu türden taban örgütlülüklerinin öznesinin doğrudan işçiler olacağı, söz yetki ve karar hakkının işçide olacağı taban örgütlenmelerini açığa çıkarmak gerektiğini söyledi.
İzmir’deki tablonun bu açıdan daha da vahim olarak tanımlayan BDSP temsilcisi, İzmir’de krize karşı devrimci mücadele çizgisini esas alacak, içerisinde ilerici devrimci güçlerin, sendikaların, emek güçlerinin eşit haklarla yer alacağı merkezi bir platform oluşturulması, böylesi bir yapının hızla kendini İzmir genelinde alta doğru kendini örgütlemesini önerdi. Ardından işçilerin doğrudan tepkisini açığa çıkaracak, oluşan tepkisini ise akıtabileceği zeminlerin açığa çıkarılması için ilerici devrimci güçleri işin başına geçmeye çağırdı. İzmir’de 7 sanayi bölgesi bulunduğunu ifade ettikten sonra ilerici devrimci unsurların yüzünü buraya dönmesi için çaba harcamaya çağırdı. Son olarak da İzmir’deki bir bütün olarak emek cephesini, İzmir işçi sınıfının mücadelesini geliştirebilmenin, birleştirebilmenin ve güçlendirebilmenin sorunlarının ve imkanlarının tartışılabileceği büyük işçi toplantıları, kurultayları, sempozyumları vb. örgütlemeye çağırdı.
İkinci olarak Büro Emekçileri Sendikası İzmir Şube Başkanı Ramis Sağlam söz aldı. Sağlam özetle, krize karşı sokağa çıkılmasını ve akademisyenlerin değil kendilerinin hazırladığı emek programıyla Emek Platformu’nun kurulması gerektiğini söyledi. Dönem sözcülüğü sürecinde diğer işçi sendikalarına çağrı yaptıklarını, krize karşı ortak şeyler yapmak istediklerini ancak onların ilgisiz olduğunu ifade etti.
Üçüncü olarak İzmir Halkevi adına Alp Tekin Babaç bir sunum yaptı. Babaç, sunumunda krizden kurtulmak için kapitalizmden kurtulmak gerektiğini ifade etti. Sömürgecilik sisteminin alternatifsizlik yaşadığını dile getirdi. Tüm sorunların kaynağının sistem olduğunu vurgulayan Babaç, bu ülkede bugün sistem ve devletin AKP ile özdeşleştiğini vurguladı. Halkın kamusal haklarından bahseden Babaç, bunun için çalışmalar yaptıklarını dile getirdi, halk kesimlerinin bir araya geleceği meclisler vb. oluşturulması gerektiğini ifade etti.
Daha sonra Partizan adına sunum yapan Selma Şahin ise sınıf mücadelesi tarihinin bedeller tarihi olduğunu söyledi. “Hangi sınıf daha yetkin ve donanımlıysa oradaki savaşı o sınıf kazanır” diyen Şahin, bu yaşanan krizi devrimci krize dönüştürmek için hem Türkiye çapında hem de enternasyonal çapta, sadece işçilerin değil emekçi halkın birliğinin oluşturulması gerektiğini ifade etti. “Krizin faturası AKP’ye diyenlerle aramızda kalın çizgiler var” diyen Şahin, “fatura sisteme kesilmeli” dedi.
Son olarak Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu adına Hasan Gülüm bir sunum yaptı. Gülüm, sadece sendikalı iş yerlerine değil işçi sınıfının tümüne yönelinmesi gerektiğini ifade etti. Birbirine yakın olanların birliğinin oluşturulması gerektiğini dile getiren Gülüm, ayrıca konuşmasında sendikalarla kötü sendikacıların bir tutulması gerektiğini, kötü sendikanın olmadığını, kötü sendikacıların olduğunu söyledi. Aksi takdirde işçilerin sendikalardan uzaklaşacağına dikkat çekti.
Soru-cevap bölümünün ardından serbest kürsüye geçildi. İşçiler kürsüden söz alarak düşüncelerini dile getirdiler.
Etkinliğe 200 işçi ve emekçi katıldı.
Kaynak: kizilbayrak.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder