Tebliğ 4: Tekstil sektöründe mücadelenin ve örgütlenmenin sorunları…
“Bu kaderi biz yazmadık, bozacak olan biziz!”
Tekstil sektörü denildiğinde bir çoğumuzun aklına önce, 14-15 saat çalışma, sabaha kadar süren mesailer, düşük ücret, sağlıksız iş yeri koşulları, kayıt dışı atölyeler, yatırılmayan sigorta primleri; patron, ustabaşı tacizi, kartla girilen tuvaletler, ucuz iş gücü olarak zorba çarkın içerisine sokulmuş kadınlar ve çocuklar; kısacası barbar bir sömürü düzeni gelir.
Tekstil işçisi denince ilk akla gelen ise, bir iş bulamadığından/ yapamadığından bu sektörü tercih etmiş, eğitim düzeyi genel olarak düşük, işçi kimliği oturmamış, uzun çalışma saatlerinden yorgun düşmüş gözlerle yaşama bakan, bir bandın ya da makinenin üzerinde çürütülmüş hayatlar gelir belki.
Oysaki mücadeleye ilk adımlarımızı atarken, “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek” diyen Lyon’lu dokuma işçilerinin gözüpekliğini; 10 saatlik işgünü talebiyle mücadele ederken yanarak ölen New York’lu tekstil işçilerini, “ekmek istiyoruz, ama gül de” diyen Massachusettsli kadın işçilerin mücadelesini öğrendik…
Ne kadar da şaşırmıştık ilk tekstil grevinin Osmanlı Devleti zamanında yapıldığını öğrendiğimizde. Haliç’ten Antep’e, oradan Bilecik’in dokuma tezgahlarına uzanan direniş öyküleri heyecanlandırmıştı hepimizi. Yiğit Sümerbank işçileri, kahramanlığına öykünerek, gururla andığımız TARİŞ direnişi ve daha nicelerini…
Bizler BEGOS’ta, Gıda Çarşısı’nda, Gaziemir Ege Serbest Bölge’de, Çiğli Organize’nin değişik fabrikalarında, Torbalı’da, İzmir’in emekçi semtlerine kurulu köhne atölyelerde çalışan, sorunlarına sahip çıkan, bu sorunların çözümünün ancak mücadeleden geçtiğini bilen bir grup duyarlı işçiyiz. “Gücümüz birliğimizde” diyen İzmir İşçi Kurultayı’nı en içten duygularımızla selamlıyoruz.
Bu yolu birlikte yürüdüğümüz Bakırçaylı demirçelik işçilerine, Çiğli Organize’de çalışan metal işçilerine, belediye işçilerine, değişik sektörlerden bu çabaya destek veren kardeşlerimize, diğer işçi kardeşlerimize, yalnız patronun pervasızlığına değil, zalimin zulmüne de karşı direnen Konak Belediyesi’nin taşeron işçilerine ve buraya gelerek, sesimize ses, gücümüze güç katan tüm katılımcılara merhaba diyoruz. Kavganın kürsüsüne hoş geldiniz!
Bizler, bu kürsüden tekstil işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını, bu koşulları değiştirmek için nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiği konusundaki düşünce ve önerilerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Daha baştan belirtmek isteriz ki, sorunları sadece bizim yaşamadığımızı biliyoruz. Sadece bizim mücadelemizle çözülmeyeceğini de. Bizler sorunları da çözümleri de aynı olan büyük bir ailenin, Türkiye işçi sınıfının parçasıyız.
Sektörün çalışma ve ücret koşulları
-Patronlar daha fazla kar etsin diye dayatılan insanlık dışı çalışma koşulları, hayatlarımızı çalıyor!
Tekstil işçilerinin en önemli sorunlarından biri sağlıksız koşullarda sürdürülen uzun çalışma saatleridir. Belli farklılıklar olsa da bu durum, neredeyse bütün işletmeler için geçerlidir.
İhracata dayalı bazı firmaların bu açıdan daha iyi koşullarda olduğu düşünülse bile, orada da işçileri tüketen sistem işlemektedir. Bant sistemine ve performansa dayalı çalışma biçimi, biz işçileri adeta makinelerin bir parçası haline getirmekte, gerekli malı yetiştirme kaygısı psikolojik bir basınca dönüşerek tüm iş günümüzü belirlemektedir. Günü parçalayan vardiyalar yalnız iş saatlerini değil, işçilerin yaşamını da parçalamaktadır. Yaygın bir uygulama olan kamera sistemi her hareketimiz izlemekte, patronların, “ensenizdeyiz” mesajı ile işçiler daha çok çalışmaya zorlanmakta; bu ise, işçinin zamanla kendi kendini denetlediği bir psikolojik baskıya yol açmaktadır.
Bu tür firmaların işin kalitesine önem verdiği gerçektir. Fakat söz konusu olan çalışma koşullarının düzeyi ve kalitesi olduğunda işçiye sağladıkları çok az şey vardır. Bu konuda iddialı görünen Hugo Boss gibi fabrikalardaki bazı uygulamaların amacı ise işçiyi, işle/işyeriyle bütünleşmeye zorlamaktır. Amaç, bir kez daha işçiyi makinenin bir parçası haline getirmektir. Ayrıca bu tür işletmeler, şu veya bu nedenle ortaya çıkan hataların bütün yükünü işçilerin sırtına yüklemeleriyle ünlüdür.
İlimizde daha yaygın olan orta ölçekli işletmelere gelince… Daha çok iç pazara dönük imalat yapan bu firmalarda sömürü daha katmerli, çalışma koşulları ise daha da kötüdür. Sabahlara kadar süren zorunlu uzun mesailer, her şeyin sayıyı yetiştirmeye endekslendiği insafsız bir çalışma biçimi, çay, yemek, tuvalet vb. ihtiyaçlarının karşılanmasının keyfi bir tarzda sınırlanması, telafi çalışma, gece çalışması gibi uygulamaların yaygınlığı… Ayrıca yer yer sigortasız çalıştırma ya da sigorta primlerinin eksik yatırılması, denkleştirme gibi uygulamaların yaygınlığı da diğer sorunlara eklenmektedir. İş yasalarındaki işçiler lehine olan sınırlı hakları da hükümsüz kılmak için olmadık yollar denemek, rıza gerektiren uygulamalarda bile işçinin onayını almadan harekete geçmek, bu tür işletmelerin patronlarının olağan davranış biçimidir. İş güvenliği ve işçi sağlığı kurallarına ise hiçbir işletmede uyulmamaktadır.
Atölyelerde ise insanlık dışı bir çalışma sistemi hakimdir. Çalışanlar işçi değil adeta köledir. Sadece alınıp satılamamaktadırlar. İş saati diye bir şey yoktur. Her şey siparişi yetiştirmeye hedeflenmiştir. Bazen iş günü 24 saati aşar. Sigorta yoktur. Zaten “merdiven altı” diye tabir edilen bu fabrikaların büyük kısmı kayıt dışıdır. Bazen asgari ücretin altında olan ücretin “promosyonu” küfür hakaret hatta dayaktır. Bu tür atölyelerde genellikle akrabalık ilişkileri hakimdir. Atölye patronları işe başlarken akrabalarını, yakın çevresini işe alıyorlar. Bu geleneksel ilişkilerden kaynaklı işçi, bir dönem sınıfsal ayrımın farkına varamayabiliyor.
Bu vahşi çalışma koşulları, işçileri fiziki ve moral açıdan yıpratmaktadır. İşçileri çalışmaktan başka bir şeye mecali kalmayan, topluma, onun sorunlarına ve birbirine yabancılaşan makinelere dönüştürmektedir. Birey olarak kişinin yozlaşmasında ve işçi kimliğine yabancılaşmasında, kapitalist sistemin genel çürütücü etkisi ile birlikte söz konusu koşullar etkili olmaktadır. Bu çalışma koşulları örgütlenmenin ve mücadele etmenin önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor. Üretim içinde yalnızlaştırılan, rekabetçiliğe bireyciliğe yönlendirilen, yoğun çalışma koşullarından başını kaldıramayan işçiler sorunlarını ortak olarak konuşmak, tartışmak şöyle dursun düşünecek zaman dahi bulamaz hale sokulmaya çalışılır.
-Bu yoğun çalışmanın karşılığı olarak verilen ücret açlık sınırının bile altındadır!
Bu kadar kötü şartlarda, yoğun bir biçimde çalışmanın karşılığı ise genelde asgari ücrettir. Büyük firmalarda ücretler biraz daha yüksektir. Örnek olarak ihracata dayalı büyük bir firmada çalışan birinci sınıf bir makinecinin ücreti 800-850 TL civarındadır. Bunların dışında kalan geniş bir kesim asgari ücretle çalışır. Atölyelerde çalışan arkadaşlarımız içinde ise asgari ücretin altında çalışanların sayısı azımsanmayacak orandadır.
Dün büyük işletmelerde çalışanlar, orta ölçekli firmalar ve atölyeler arasındaki ücret makası daha yüksekken 2001 krizinden bu yana ücretler alt seviyede eşitlenmektedir. Patronlara göre bu, sektörün yaşadığı kötü günlerin ücretlere yansımasıdır. Oysaki ihracat verilerine bakıldığında İzmir’de tekstilin canlanma eğiliminde olduğu görünmektedir.
Bilindiği üzere TÜİK rakamlarına göre açlık sınırı 850 TL, yoksulluk sınırı ise yaklaşık 2300 TL’dir.. Bu durumda tekstil işçilerinin neredeyse tamamı, açlık sınırının altında ücret almaktadır. Bu ücretle insanca bir yaşamı sürdürmek mümkün değildir. Yapabildiğimiz tek şey yaşamımızı sürdürmek için asgari ihtiyaçlarımızı temin etmektir. Zaten patronların da istediği budur. Sadece sömürülebilecek kadar nefes almamız yetmektedir onlara.
Düşük ücretler bizleri toplumdan soyutlayıp, kendimizi geliştirmemizi engellerken, daha da önemlisi insanca bir yaşam sürdürmek için gerekli olan temel gereksinimlerimizi bile karşılamaya yetmiyor.
-Tekstil işçisi, iş güvencesinden ve her türlü sosyal haktan mahrumdur!
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na bakılırsa her yurttaşın çalışma hakkı vardır. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal bir devlettir. Yalnız tekstil işçilerinin durumuna bakarak bile bunun koca bir yalan olduğu görülebilir.
Türkiye’de 3 milyona yakın tekstil işçisi bulunduğu söyleniyor. İş dünyası yeri geldiğinde tekstil ve hazır giyimin Türkiye´de 2 milyon kişiye iş imkânı sağladığını söylüyor. Ancak SGK verilerine göre Aralık 2009 sonu itibarıyla tekstil-hazır giyimde kayıtlı çalışan sayısı sadece 680 bindir. Sektör bu yönüyle inşaat ve perakendeden sonra üçüncü sıradadır. Patronların övündüğü 2 milyon çalışanın büyük bölümü kayıt dışı işçidir. TÜİK´e göre bile her 100 çalışandan 43´ünün sigortası yoktur.
Sözün kısası, anayasasında sosyal devlet ibaresi bulunan “ileri demokrasi ile yönetildiği söylenen ülkemizde tekstil işçisinin ortalama sosyal güvence durumu budur.
Mahalle arası atölyeleri ile meşhur İzmir’deki durum bu tabloyu doğrulamaktadır. Büyük firmalarda sigorta yatırılıyor olsa da, orta ölçekli işletmelere doğru gidilirken bu oran azalmaktadır. Birçok orta ölçekli işletme hala da kaçak işçi çalıştırmaktadır. Atölyelere gelindiğinde ise sigortasız çalıştırma esas biçimdir.
Keyfi işten çıkarma yaygındır. Patron istedikten sonra binbir türlü gerekçe uyduruluyor. Performans düşüklüğü, uyumsuzluk, işi başaramamak gibi keyfi ölçülere dayalı nedenler revaçta bahanelerdir. Baskıya, hakarete, küfre karşı koymak, keyfi hak gasplarına, kuralsız çalışmaya karşı çıkmak başlı başına işten atılma nedendir zaten.
-Yalnız sömürülmüyoruz, insanlık onurumuz ayaklar altına alınmaya çalışılıyor!
Bu çalışma ve yaşam koşullarına, dayak, küfür, hakaret hatta taciz gibi insanlık dışı uygulamalar eşlik eder. Özellikle atölyelerde ve küçük çaplı işletmelerde yaygın olarak görünen bu davranış biçimi, kişisel onuru zedelemekte, baskı ve zorbalıkla işçiler kötü çalışma koşullarına ve hak gasplarına sessizce razı gelmeye zorlanmaktadır. Karşı koymak doğrudan işten atılma sebebidir. Buna boyun eğmekse her şey den önce onurunu kaybetmektir. Ve onurunu kaybeden bir işçinin kazanabileceği hiçbir şey kalmamış demektir.
-Zaten çifte baskı ve sömürüye maruz kalan kadınlar yasal haklarını bile kullanamaz durumdadır!
Tekstil patronlarının ucuz iş gücü kaynağı olan kadın işçiler toplumsal yaşamdaki konumlarından da kaynaklı iki kat yükün altındadır. Hem işyerinde çalışırken ezilirler hem de ev işlerinin boğucu yükü altında. Orta ölçekli fabrikalarda ve atölyelerde kadın sağlığına zararlı işlerde çalıştırılıp, ağır çuval ve kasa taşımak zorunda bırakılırlar. Bu durum bir müddet sonra kadın sağlığını tehdit eder duruma gelir. Bugün sektörde çalışan kadınların çoğu kadın hastalıkları, meslekten kaynaklı, bel ve boyun fıtığı, kireçlenme, varis gibi hastalıklarla boğuşmaktadır.
Toplumun kadını insan olarak değil de cinsel meta olarak görmesi fabrikalarda da yaygın bir bakıştır. Sektörde kadına yönelik taciz, şiddet, hakaret yoğun olarak yaşanır. Bugün kreş hakkı, emzirme odaları gibi yasal haklar ilimizde neredeyse hiçbir fabrikada yoktur. Kapitalist sistem çocuk bakımını kadının üzerine yıktığından, çocuğu olan arkadaşlarımız iş yaşamının dışına itiliyorlar.
-Çocuk işçilere her iş yaptırılır, en kötü koşullar onlara reva görülür!
Daha 11-12 yaşlarında çalıştırılmaya başlayan çocuk işçiler hem tüm güvencelerden yoksunlar hem de en düşük ücrete çalıştırılıyorlar. Küfür, dayak, hakaret, sağlıksız koşullarda uzun saatler boyunca çalıştırılmak binlerce çocuğun kaderidir.
İzmir’de tekstil sektörü patronlar için dikensiz gül bahçesidir!
Ortaçağ kölelik düzenini andıran çalışma koşullarının bu kadar kolay uygulanabilmesinin en temel nedenlerinden biri, kuşku yok ki bizlerin örgütsüz olmasıdır. Sendikal örgütlülük oranı çok düşüktür. DİSK Tekstil’in alanda şubesi bile yoktur. Kamu işletmelerinin, önce özelleştirilmesi sonra da kapatılmasının ardından buralarda örgütlü olan TEKSİF sendikasının da kentte elle tutulur bir örgütlü fabrikası kalmamıştır. Sektörün üçüncü sendikası olan Öz İplik-İş ise, birkaç fabrikada örgütlü olmakla birlikte ne İzmir’deki sınıf hareketinde ne de tekstil işçilerinin sorunlarının çözümünde etkin bir yer tutmaktadır. Bir dönem alanda düzenli bir çalışması olan Tekstil-Sen’in faaliyetleri ise bugün hissedilebilir bir düzeyde değil. Tekstil sektörü kendini emek mücadelesinin parçası ya da öncüsü gören siyasal örgütlenmelerin aynı zamanda demokratik kurumların da fazlasıyla ihmal ettiği bir alandır.
Yazık ki, parçası olduğumuz Tekstil İşçileri Bülteni çalışması dışında sistematik sürekli bir başka çalışmadan söz etmek mümkün değildir. Örgütlenme sorununda belirgin bir adım atmadan sorunların çözümünde yol almak mümkün değildir. Bu yolu kat etmesi gereken tabi ki öncü tekstil işçileridir. Ancak örgütlenme sorununu zorlaştıran etkenler ne yukarıda sayılan çalışma koşulları ile ne de sendikaların mevcut durumu ile sınırlıdır.
İnsanca bir yaşam koşulundan mahrum bırakılan tekstil işçilerine sunulan alternatif, yoz, kendi sınıfsal kimliğine ve değerlerine yabancılaşmış bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi hem genel sistem tarafından çok yönlü olarak beyinlere pompalanmakta hem de mevcut koşulların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisinin ve sınıfının hakları için mücadele etmemek, baskıya zorbalığa ve onursuzluğa hangi nedenle olursa olsun boyun eğmenin sonucu kaçınılmaz bir çürümedir. Bu hali ile yozlaşmanın etkilerinin sektör işçisi üzerinde belirgin bir tarzda göründüğü açıktır.
Koşullardan kaynaklı yaşanan “başka bir işletmede daha iyi şartlarda çalışabilirim” yanılgısı, sektörde işçi sirkülasyonuna yol açmakta, bu ise örgütlenmeyi zorlaştıran bir başka etken olmaktadır.
Taşeronluğun yoğun olduğu, fason ve parça başına iş yapılan işletmelerde örgütlenmenin önündeki duvarlar kalınlaşmaktadır. Bu çalışma şartları işçileri hem fiziken ve ruhen parçalamakta hem de sendikal örgütlenmenin önüne yasal engeller olarak çıkmaktadır.
Vurgulamalıyız ki, engeller ne olursa olsun hiçbir sorun aşılmaz değildir!
Önerilerimiz ve yapılması gerekenler
1- Tekstil işçilerinin en önemli sorunu bilinç düzeylerinin mevcut geriliğidir. Bu geriliği aşmak için, işçileri aydınlatan, hakları noktasında bilinçlendiren yaygın kampanyalar örgütlenmelidir. Bu doğrultuda panel-seminer gibi etkinlikler gerçekleştirilmelidir.
2- Büyük fabrikalarda iş yeri komiteleri, küçük işletmelerin yoğunlaştığı alanlarda bölgesel komiteler oluşturulmaya çalışılmalı, bunlara dayanarak sendikal mücadelenin ve örgütlenmenin önü açılmalıdır.
3-Bugünkü koşullarda en önemli eksikliklerden biri bir şeyler yapmak isteyen ama yalnız kalan ya da mücadelesini birbirinden bağımsız olarak yürüten öncü tekstil işçilerinin ortak mücadele mevzisinin yaratılmasıdır. İl düzeyinde bir ‘Tekstil İşçileri Birliği’ oluşturulmalı öncü işçilerin ortak mücadele mevzisi olacak olan birlik, katılmak isteyen her işçiye açık olmalıdır.
4- Kapitalizmin genel çürütücü etkisi ve çalışma koşullarının fiziki – ruhsal yıpratıcılığının ürünü olarak yaşamdan dışlanan, bencilliğe, rekabetçiliğe yönlendirilen, böylelikle kolektif davranma duygusu ve özellikleri yok edilmeye çalışılan tekstil işçilerine etkinlikler yapılmalıdır. Örneğin, işçileri geliştirip eğitecek paylaşım ve birliktelik duygusunu güçlendirecek kültürel sanatsal etkinlikler düzenlenmeli, iç dayanışmayı kuvvetlendirmek için dayanışma evi, kültür evi, dernek gibi kurumlar oluşturulmalıdır.
5- Sektörde ağırlıklı olarak çalışan kadın işçilerin yaşadığı sorunlar üzerinde ayrıca durmalı, bunlara karşı kadın işçileri bilinçlendiren özel etkinlikler düzenlenmeli, mümkün olan işletmelerde kadın işçi komisyonları kurulması için çaba gösterilmelidir.
6- Özellikle merdiven altı diye tabir edilen küçük atölyelerde yaygın olarak gerçekleşen çocuk emeği sömürüsüne karşı mücadele edilmeli bu konuda sendika, demokratik kitle örgütleri ve meslek odaları ile işbirliği yapılmalıdır..
Acil taleplerimiz
* 7 saat iş günü 35 saat çalışma haftası!
* Kesintisiz 2 günlük hafta sonu tatili!
* Herkese iş, iş güvencesi ve sigorta hakkı!
* İnsanca yaşamaya yeten ücret!
* Esnek üretim, parça başı çalışma sistemleri kaldırılsın, taşeronlaştırma yasaklansın!
* 4857 sayılı İş Yasası (Kölelik Yasası), SSGSS Yasası, “İstihdam paketi” iptal edilsin!
* Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılsın, tüm çalışanların grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı! Söz basın gösteri ve örgütlenme özgürlüğü!
* İş yerlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurulları kurulsun, var olanlar aktifleştirilsin.
* İş yerlerinde doktor tam gün ve koruma amaçlı tedavi için bulunmalıdır!
* İş yerlerinde iş kazalarına ve meslek hastalıklarına karşı koruyucu önlemler alınsın!
* Kadın işçilerin ana ve çocuk sağlığına zararlı işlerde çalıştırılması yasaklansın!
* Doğumdan önce ve sonra üçer aylık ücretli izin, tıbbi bakım ve yardım!
* Kadınların çalıştığı tüm iş yerlerinde kreş ve emzirme odaları açılsın!
* Çocuk emeğinin sömürüsüne son verilsin!
Tekstil İşçileri Kurultay Hazırlık Komitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder