10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bizim kültürümüz kadere boyun eğmek değil mücadele etmektir!

Patronlar, biz işçilerin hep onların istediği gibi çalışmasını, davranmasını isterler. Bir robot gibi ayarlanmış olmamız gerekir. Hatta belki onlara sorsanız yemek yemesek, tuvalete gitmesek, dinlenmesek ne iyi olur! Durmadan çalışsak, çalışsak, çalışsak... Tabi bununla da kalsa iyi! Bu durmadan çalışan işçinin bir de hiç itiraz etmemesi gerekiyor. Eline verilen üç kuruşla yetinmesi, düşünmemesi, sorgulamaması...

Aslında kısacası insanlıktan çıkması gerekiyor. Belki biz işçiler çoğu zaman hayallerimizi erteleyebiliyoruz. Ama kabul etmek gerekir ki, patronlar bu konuda bizden daha inatçılar. Kendi hayallerinin peşinden koşuyorlar. Ve bu hayalleri için kendilerinin hizmetinde olan devletin de tüm imkanları olmak üzere her şeyi seferber ediyorlar.

Dikkatlice etrafımıza bakalım. Çalıştığımız banta mesela. Öncelikle çalan şu müziklere kulak kesilelim. Çoğu zaman kanıksadığımız bu müziklerin içinde sırf acı var. Tüm acılar ise kadere bağlanıyor ve sonunda kadere lanetler yağdırılıyor. Bizi sigortasız çalıştıran, eve elimizde üç kuruş maaşla yolayan, saatlerce çalıştıran patrona değil de kadere lanetler yağdırıyoruz tüm gün.

Bu lanet nöbetleri sürmeye devam ederken bir yandan da gözlerimizi bantta gezdirelim. İki işçi arkadaşımız yetişecek işler üzerine kavga ediyorlar. Usta yanlarından geçiyor, bıyık altından sırıtarak, aralarda dolaşırken bağırıyor: “bu işler, bugün yetişecek, yoksa yarın gelmeyin!” Hasta olan ve hasta olmasına karşılık viziteye çıkarılmayan bu sebeple de işleri yetiştiremeyen bir işçiye hepbirlikte yükleniyoruz sonra... “senin yüzünde sayımız az çıkacak” diyoruz. Radyo bağırıyor: “batsın bu dünya!” Aramızda dolaşan usta, patronun karı için işçileri bir birine düşürmeyi başarıyor böylelikle. Atölyenin yoğun iş baskısı içinde ekmeksizlik korkusu aşılayarak, öfkeleri ise kadere yönlendirerek paylaşım, yardımlaşma gibi insani değerleri ellerimizden çalıyorlar.

Bu küçük bir örnek! Dahası var. Patronun sistemi; çalıştığımız atölyeyle, fabrikayla sınırlı değil. Onların sistemi tüm hayatı sarmış durumda. Televizyonuyla, internetiyle, evde sokakta her yerde bu sistem insanlığımızı unutturmaya çalışıyor. Bizleri kendi değerlerimizden, kültürümüzden uzaklaştırıp, değersizleştirip kendi robotlarına dönüştürüyorlar sonuçta. Amaçları daha fazla çalışmamız, daha az soru sormamız!

Ama bir şeyi unutuyorlar! O da alternatifsiz olmayışımız! Bir alternatifimiz var. O da insanca çalışma koşulları için, insanlık onurumuz için mücadele etmek! Ancak bu mücadele içinde bizden çalınan insanlık değerlerine sahip çıkabileceğiz. Örneğin hepbirlikte “sayımız az çıkacak!” demeyeceğiz de, “bu işçi viziteye çıkacak, yoksa çalışmayız!” diyeceğiz. Orada çalınan acının şarkıları değil umudun ezgileri olacak!

Bizim kültürümüz mücadele demektir. Bizim kültürümüzde paylaşım var, dayanışma var, haksızlıklara karşı direnme var. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik var. Bu değerlerlerimizi ellerimizden almalarına izin vermeyelim. Onlar hayal kuradursunlar, bizim hayallerimizde de gecelerinde aç yatmadığımız gündüzlerinde sömürülmediğimiz günler var!

Bir tekstil işçisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder