14 Şubat 2010 Pazar

New York’tan TEKEL’e, kadınlar direniyor!

8 Mart 1857 yılında New York’lu tekstil işçisi kadınlar çalışma koşullarının iyileştirilmesi, “Eşit işe eşit ücret!”, “8 saatlik iş günü” talepleriyle greve çıktılar. 40 bin dokuma işçisinin katıldığı grevi sonlandırmak isteyen patronlar, işçileri fabrikaya kilitledi. Fabrika ateşe verildi ve çoğunun kadın olduğu 129 işçi yanarak can verdi.


8 Mart tarihi 1910 yılında 2. Enternasyonal tarafından Clara Zetkin’in önerisi sonucu Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan edildi. O günden bu güne 8  Mart, içi burjuvazi tarafından boşaltılmaya çalışılsa da Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak mücadele tarihimize geçmiştir. Ve tarihe geçmesinde tekstil işçisi kadınların mücadelelerinin ve canlarıyla ödedikleri bedellerin çok özel bir yeri vardır. Öyle ki sanayinin gelişmesiyle birlikte kadınlar kitlesel olarak üretim alanlarına çekilmiş ve kadının toplumdaki ikinci sınıf rolü fabrikalarda da kendini göstermiştir. Uzun mesai saatleri, sadece yaşayabilecekleri kadar ücret, insanlık dışı çalışma koşulları…

1800’lü yılların başından bu yana sektördeki yoğun sömürü ve insanlık dışı koşullar tekstil işçileri açısından büyük eylemlerle grevlerle karşılanmıştır. 1831’de tekstil patronlarına karşı ücret bareminin sabitlenmesini isteyen Lyon’lu dokuma işçileri  “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek” diye haykırıyorlardı.

1871 Paris Komünü’nde kadın işçiler komünü ayakta tutmak için canları pahasına savaştılar. Yine 1908’de New York’ta bir fabrikada çıkan yangında 128 kadın işçi yanarak can verdi. Ardından 15 bin tekstil işçisi kadın yangını protesto etmek ve ölülerine sahip çıkmak için  “ekmek istiyoruz gül de” diyerek yürüyüşe geçtiler.

1912 yılında kadın tekstil işçilerinin ilk kez yığınsal olarak katıldığı ve kadın işçilerin sendikalaşmasının önünü açtığı Lawrunce grevi ekmek ve güller grevi olarak tarihe geçti.

8 Mart 1917’ de ise Rusya’da binlerce kadın işçi ekmek istiyoruz diyerek yürüyüşe başladılar. Tarihte ilk işçi devletinin kurulduğu büyük Ekim Devrimi’nin başlamasına katkı sundular. 

Bu kesit kadın işçilerin mücadele içerisindeki yerleri açısından oldukça kısa bir özet. Mücadele tarihimiz ardından gelen sayısız eylemlerle, grevlerle ve direnişle dolu. Verilen mücadelelerle ödenen bedellerle bir takım haklar kazanıldı. Örneğin  uygulanmasa da 8 saatlik iş günü yasalara geçti. Kadınların oy hakkı yokken bu gün oy kullanıyoruz. Ancak halen en ağır koşullarda çalışıyor ve yaşıyoruz. Günde 12 saat çalışıyor sigorta istemeye korkuyor, sağlıksız çalışma koşullarından meslek hastalıklarına yakalanıyor, çoğumuz kreş olmadığı için çocuğumuz olduğunda işten ayrılıyoruz. Aylık 350 milyona çalışanlarımız bile var. Bu liste daha da uzatılabilir. Tek tek işyerlerine baktığımızda daha korkunç uygulamaları da görebiliriz.

Bizler tezgahları başında kimimiz penyede, kimimiz iplikte, kimimiz gömlekte kimimiz dokumada çalışan milyonlarca tekstil işçisiyiz. Bizler sırtımızdan kazandırdığımız paralarla ihracat hesapları yaptıran, patronların bol sıfırlı yaşamlarında ürettiğimiz bir elbise kadar değeri olmayan işçileriz. Ama  üreteniz. Alınteriyle geçinen, milyonlarız...

Bu gün bizler tekstil işçileri olarak sorunlarımıza sahip çıkmalı ve tekdüze alıştığımız ağır çalışma ve yaşam koşullarına karşı New Yorklu dokuma işçilerinin, iki aydır sokakta kar soğuk demeden direnen, “Çocuğumun geleceği için direniyorum” diyen Tekel işçilerinin izinden yürümeliyiz.  Bir mücadele günü olan 8 Mart bizi çağırıyor.  Bizi çağırıyor New Yorklu dokuma işçileri… Bizi çağırıyor Ekmek ve Gül türküleri....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder