12 Ocak 2010 Salı

Polis vuruyor, polis dövüyor, polis katlediyor... Daha ne kadar sessiz kalacağız?!

Bu yazının konusu aslında hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Son dönemlerde televizyon ve gazetelerde belki bir dakika belki de bir kaç sütunla geçilen haberler var. Birkaç dakika, ama içimizi ürperten… “Nasıl? Bu kadar basit mi? Bu sefer kim?” sorularını sorduran haberler.


Bu haberlerden biri daha 19 Kasım’ın ardından yansıdı gazete ve televizyonlara. Haberlerde polisle çatışan bir “terörist”in “ölü olarak ele geçirildiği”, “etkisiz hale getirildiği” söylendi. Haberlerde terörist olarak sunulan kişinin öldürülmesi adeta haklı bulundu.

Oysa devrimci bir işçi olan Alaattin Karadağ 19 Kasım gecesi afiş yaptığı sırada önce polisin silahlı saldırısına uğramış, yaralı olarak yakalandıktan sonra yakın mesafeden üzerine ateş açılarak polis tarafından infaz edilmişti. Görgü tanıkları Karadağ’ın infaz edilişini an be an anlattı, hastaneye dahi götürülmeyerek ağır yaralı biçimde ölüme terkedildiğini söyledi. Ancak bunların hiçbiri ekranlara ve spotlara yansımadı.

Karadağ’ın katli dikkatleri bir kez daha polisin sınırsız terörüne ve cinayetlerine çekti. Ancak sınırlı ve cılız tepkiler polis terörünü sonlandırmadı. Hak aramak için yollara düşen, “işimizi istiyoruz” diyen, 12 bin tekel işçisi kolluk kuvvetlerinin vahşi saldırısına maruz kaldı. Saldırının dozu o kadar sertti ki iki tekel işçisi kalp krizi geçirdi ve biri hayatını kaybetti. Aynı gün İstanbul’da taşeronlaştırma uygulamasına karşı eylem yapan itfaiyeciler de polislerce biber gazına boğuldular.

Bilindiği gibi “Polis vazife ve salahiyetleri kanunu”nda yapılan değişikliklerle polis terörü ve cinayetleri yasal kılıfa da uyduruldu.

Diyarbakır’da katıldığı eylemde polis kurşunuyla öldürülen üniversite öğrencisi Aydın Erdem,

İstanbul’da üzerinde kimlik olmadığı için, sivil polisin göğsüne indirdiği tekme sonucu kalp krizi geçirerek ölen konfeksiyon işçisi Feyzullah Ete,

4 Ekim’de, 10 dakika içinde parkı terk et uyarısına uymadığı için 8 polis tarafından dövülerek komalık edilen üniversite öğrencisi Güney Tuna,

Dergi sattığı için tutuklanarak, hem karakolda hem de cezaevinde işkence gömesi sonucu öldürülen Engin Ceber,
İzmir’de dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle polislerce vurularak öldürülen Baran Tursun,

Antalya’da 17 yaşındaki Çağdaş Gemik,

19 Kasım akşamı afiş yaptığı sırada katledilen devrimci işçi Alaattin Karadağ, polisin kurbanlarının sadece birkaçı.

Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunu bir cinayet, bir terör kanunudur. Polise öldürme hakkını veren kanun bizim sessizliğimiz kadar hızını arttırarak öldürmeye devam ediyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın raporuna göre; Haziran 2007’de çıkan PVSK çıktığından günümüze değin tam 53 kişi polis tarafından öldürüldü. 40’ı direk polis silahı ile öldürülürken 13 kişi ise polis merkezlerinde katledildi.

İşçi ve emekçilerin sessizliğinden güç alan çakallar terör ve cinayetlerini üzerimizden eksik etmiyor. Polis terörüne karşı yapılması gerekenleri bize en iyi gösteren ise 16 yaşında Yunan polislerince öldürülen Aleksis’in ardından günlerce greve çıkan emekçiler, okullarını boykot eden öğrenciler oldu. Polis terörüne ve cinayetlerine son verecek yegane güç görüldüğü gibi işçi ve emekçilerin örgütlü gücüdür. Yeni cinayetlere engel olmak sorumluluğu bizim omuzlarımızda durmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder